BaBa ZuLa'nın "İstanbul Sokakları" benim [ve benim gibiler için] bir albümden öte

BaBa ZuLa'nın "İstanbul Sokakları" benim [ve benim gibiler için] bir albümden öte

Bir hafta önce, Sirkeci'den kalkan banliyo treninin pencerelerinden tarihi yarımadanın yorgun semtleri gözümün önünden geçiyordu; Cankurtaran, Kumkapı, Yenikapı, Cerrahpaşa, Yedikule...

 

Seksenlerin başında bir gün bu tren hattına binip Bakırköy'e giderken, yine aynı pencerelerde aynı semtler ama duvarlarda, yarısı silinmiş, haykırılmaktan yorgun devrimci sloganların kirli beyaz hatıraları hâlâ yarım yamalak görülebiliyordu.

 

BaBa ZuLa'nın benim kişisel hatıralarımla örtüşen yeni albümü "İstanbul Sokakları" Sirkeci garıyla başlıyor. Bu kez tarih daha da eski yıllar ya da Sirkeci de sona erecek bir tren yolculuğunun anonsu, artık hangisi ise. Orient Ekspres'in zenginleri mi İstanbul'a geliyor yoksa Anadolu köyünden yola çıkan gurbetçiler mi Sirkeci'den Berlin'e gidiyor... Hangisi farketmez, ne de olsa herkesin yolu Sirkeci garından geçer. Benim de öyle, altmış yıl ya da yüz yıl önce onların da, benim de.

 

İstanbul ekspresi yola çıktı.

 

BaBa ZuLa'nın yeni albümü "İstanbul Sokakları", "İstanbul Express" ile başlıyor, yıllar öncesinden gelen kırık Türkçe orijinal gar anonsu fonda eriyip yiterken bağlamanın utangaç hüznü anonsun yerini alıyordu.

 

Kapağında Turhan Selçuk'un ölümsüz Abdülcanbaz çiziminin yer aldığı illüstrasyonda Hezârfen Ahmed Çelebi kanatlarını İstanbul üzerinde çırparken BaBa ZuLa'nın albümünden "Arsız Saksağan" çalmaya başlıyor. Arsızlara isyan ettiği sözleri yetmişlerde Edip Akbayram, Cem Karaca kasetlerinde hangi isyankâr sözler söyleniyorsa aradan geçen elli yılda sanki hiç bir şey değişmemiş.

 

"Çarşı Pazar Bağlama Taksimi"nde bu kez Üsküdar'da bir sokaktayım. Abdülcanbaz bu sokakları iyi bilirdi, belki Ustura Kemal (ama Haldun Sevel'in çizgileriyle) ile kadeh kaldırmışlıkları bile vardır! Yıl bu kez yetmişlerin başları. Sokakta koştururken köhnemiş pazar arabasına çarpıp toprak yola düşen çocuk gülmesinden vazgeçmeden kalkıp koşuyor. Pazarcı adam arabasını iterken bir yandan yorgun sesiyle domates, patlıcan diye bağırmaya devam ediyordu.

 

Artık duyamadığımız vapur sesleri mi, martı çığlıkları mı, boğaz kenarında oturmak mı, bir tabure üzerinde kaşarlı tostu kemirirken çay içmek mi, hangisi...

 

"İstanbul Sokakları" benim yaşadığım sokaklar. Altmış yılımı devirdiğim, dolmuş sırasında titrediğim, vapura itiş kakış bindiğim, darbe sabahı Ahmediye Meydanı'nda jandarma dipçiği yediğim İstanbul. Kâh bir Yılmaz Güney filminde hissettiğim, kâh Divanyolu'ndaki sokak kitapçısından aldığım kitap gibi bir İstanbul. Hem trikotaj atölyesinde çırak olduğum, hem fakülteye gittiğim İstanbul.

 

Velhasıl...

 

"İstanbul Sokakları" benim İstanbul'umu anlatıyor. Benim gibilerin İstanbul'unu.

 

Anlatırken geride kalan yılların film şeridine dönüştüğü zamanlar. Her parke taşında izimin olduğu sokaklar, her vapur koltuğunda oturduğum, her Magirus otobüsünden yola baktığım İstanbul.

 

"Güzel Bahçe Taksimi" ile biten "İstanbul Sokakları" benim [ve benim gibiler için] bir albümden öte.

 

Kimin emeği geçtiyse varolsun.

 

Feridun Ertaşkan

 

Cazkolik.com / 16 Kasım 2024, Cumartesi

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN


Feridun Ertaşkan

Cazkolik.com kurucusu, editör ve yazar.

  • Instagram
  • Email

Yorum Yazın

Siz de yorum yazarak programcımıza fikirlerini bildirin. Yorumlar yönetici onayından sonra sitede yayınlanmaktadır. *.